Lizbon depremi, tıpkı bir Rönesans gibi, dinle sömürülen şehirde bir dönüm noktasına sebep oldu. Depremin ardından artık yavaş yavaş akıl ve...
Lizbon depremi, tıpkı bir Rönesans gibi, dinle sömürülen şehirde bir dönüm noktasına sebep oldu. Depremin ardından artık yavaş yavaş akıl ve mantık kendini göstermeye başladı.
On binlerce can kaybına sebep olan Kahramanmaraş depremleriyle birlikte, büyük çaplı depremlere karşı henüz yeterince hazırlıklı olmadığımızı görmüş olduk. Bu süreçte çok sayıda kişi, “ne yaparsak yapalım bu yıkım kaçınılmazdı” gibi pek de tutarlı olmayan düşüncelere girdi. Fakat bunların sıfırdan ortaya çıkan depremler olmadıklarını, adeta bağıra bağıra geldiklerini de daha önce sizlere göstermiştik.
Hazırlıklı olabilirdik/olamazdık konusunu şimdilik kenara bırakalım. Bu depremin yaralarını bir şekilde sardığımızda, bundan yıllar sonra da olsa kaçınılmaz olarak ‘gelecek’ bir depreme karşı hazır olacağımızdan emin olabiliyor muyuz? Kesinlikle hayır. Tam da bu yüzden, yüzyıllar önce gerçekleşmiş olan Lizbon depreminden örnek almamız gereken şeyler bulunuyor.
Kısaca neydi bu Lizbon depremi?
18’inci yüzyılın büyük Lizbon depremi, 1 Kasım 1755 tarihinde, yani Azizler gününde, sabah 9:40 sularında kenti vurdu. 8.5 ile 9.0 aralığında bir büyüklüğe sahip olduğu düşünülen deprem, alüvyal topraklar üstüne inşa edilmiş olan tüm yapıları yerle bir etti. Şehrin içindeki 40 kilisenin 35’i yıkıldı.
İnsanlar yıkımdan kaçarken kıyıda toplandı. Bu, işleri sadece daha da kötü yaptı.
Çünkü sallantı esnasında kıyıdan geri çekilen su, daha sonradan tsunami olarak döndü ve panik içindeki kalabalığın üstüne adeta devrildi. İç kesimlerde ise ayakta kalan binalarda yangınlar çıktı. Sonuç olarak ise 30.000 kadar insanın bu olayda hayatını kaybettiği düşünülüyor.
40 kiliseden 35’inin yıkıldığı kısma dikkat etmek gerek.
Çünkü o dönemde hâlihazırda oldukça koyu bir şekilde Katolik olan halk, böylesine büyük bir felaketi anlamlandırabilmek için de ‘Tanrı’nın laneti’ demeyi uygun görmüştü.
1 kişi hariç…
O kişi de Sebastião José de Carvalho e Melo oldu. Tarihte daha çok Marquis de Pombal I ismiyle bilinen devlet adamı, depremin olduğu dönemde devletin en gözde bakanlarından biriydi. Depremle birlikte Pombal’ın fikirleri, bilime karşı yüzünü çevirmiş olan ülkeye modernliği zorla getirdi.
Kralın ölümüne kadar stratejik kararlar Pombal’a bırakıldı.
Bölgedeki mimarlar, kendisine depremin hasarını onarabilmek adına birkaç öneride bulundu. Bunların ilkinde şehrin farklı bir bölgeye taşınması bulunuyordu, fakat şehrin büyüklüğünden dolayı reddedildi. İkincisinde daha geniş ve daha düz sokakların kurulması önerildi fakat bu sefer de toprak sahipleri buna karşı çıktı.
Üçüncü öneride binaların konumunda herhangi bir değişiklik yapılmaması ve sadece onarılmaları yer alıyordu. Dördüncü olarak da en çok zarar gören bölgenin yeniden gözden geçirilip inşa edilmesi, diğer yerlerin de önceki deprem planına göre kurulması öneriliyordu. Dördüncü karar uygun görüldü.
Bu bağlamda şehrin ortasında kalan Baixa bölgesinde birtakım düzenlemeler yapıldı.
Daha düz sokaklar inşa edildi ve başta bölgede yapılacak evlerin iki kat ile sınırlandırılması önerildi. Bu öneriye göre evlerin boyu, sokağın genişliğini geçmeyecek ve bu sayede bir felaket anında sokakları geçilebilir kılacaktı. Maalesef bu kısım kaynaklara göre uygulanamadı.
Asıl devrimsel olan şey, ‘Gaiola’ isimli ahşap iskelet sisteminin çıkarılmasıydı.
Binayı sağlam tutan bu iskeleti yanmaya karşı koruyan ise etrafını kaplayan kârgir duvarlar oldu. Askerlerin kuvvet uygulamasıyla da sağlamlığı test edilen bu sistem, diğer evler için de zorunlu tutuldu. Tüm düzenlemelerin sonucunda Lizbon; daha geniş ve düz sokaklara sahip, açık alanları bulunan ve depreme karşı dayanıklı yapıları olan bir kent hâline geldi.
Bu sayede dinin baskın olduğu ve herhangi bir bilimsel aktivitenin önüne geçtiği kent, akıl ve mantık yoluyla depreme dayanıklı hâle getirilmişti.
Yani şehrin konumuna göre düzenlemeler yapılmış, depremin hemen ardından “binaları şuraya mı koysak?” gibi temelsiz varsayımlardan uzak durulmuştur.
Bizim bu şekilde dersler alıp gerekli adımların atıldığını görüp görmeyeceğimiz bile belli değil desek yanlış olmaz. En azından 1939 ve 1999’daki büyük depremlerin sonrasına baktığımızda bunu maalesef görüyoruz. 2023’teki büyük depremlerin ardından en azından gerekli önlemlerin artık alınmasını umuyoruz.
Günümüzde Lizbon ne durumda?
Maalesef 1755'in getirdiği dersler günümüzde Lizbon'da da unutulmaya yüz tutmuş gibi görünüyor. Bunun sebebiyse kıyılarda doldurma şeklinde yerlerin yapılmış olması -ki bunlar depremde çökmeye mahkum- ve halkın bu konuda bilinçsiz olması diyebiliriz.
Zira 2020'de yapılan bir ankete göre halkın büyük çoğunluğu, 1755'tekilerle aynı hatayı yaparak deprem anında kıyıya gitmeyi tercih ediyor. Bu da depremin ardından gelecek tsunamiyi karşılamak demek. Yine de Lizbon'da afetlere yönelik çalışmaların 'aynı canlılıkla olmasa da' devam ettiğini belirtelim.
- Kaynaklar: Hakai Magazine, Nurettin Kalkan
- Tarihi bilgiler için: Dreadful Visitations: Confronting Natural Catastrophe in the Age of Enlightenment
Hiç yorum yok
Fikirlerinizi bizimle yorumlarda paylaşabilirsiniz.